19 Aralık 2010 Pazar

BABAMIZI UĞURLARKEN


Babacığım otoriter, dediğim dedik bir o kadarda yumuşak kalpli, insanlara elinden geldiği kadar iyilik yapan, çocukları seven onların kalplerine sevgi veren babacığım.
Doğayı çok severdi, Mersin’in Fındıkpınarı Yaylası’ndan yer aldı, kaç ağaç ektirdi… Hemen hemen bütün meyveler var bahçede, onları sular, otları temizler, bahçeye bir çöp atılsın istemezdi. Yeşilliği doğayı seven bir insandı. Yayla komşularımız, babam erken çıkarsa, yaylaya erken çıkarlar, onun sesi yeter derlerdi. Bir adıda gürgürbaba’ydı, sohbet ortamını çok sever hele ziyafet sofraları en mutlu olduğu anlardı, sevdikleriyle bir masada! Ama bu ailenin babasını hastalık bırakmadı, en son dizlerinde kitiltenme oldu, canım ağrıyla yatar kalkar olmuştu. Nasıl üzülürdüm hem rahatsızlığı ve çektiği acı hem de diğer hastalıkları nüksedince kardeşimle hastaneye yatırdık. Bir hafta hastanede kaldı. Hiç sesi çıkmıyordu ve bir gece yarısı kardeşim ağlayarak babamızı kaybettiğimizi söyledi. Ağlıyorduk… Kolumuz kanadımızdı, her baş sağlına gelen dostu arkadaşı arkasından dualar okuyordu.
Bu sene yaylaya onsuz çıktık. Yaylada çıt yok, büyük bir sessizlik, bahçemizde küstü, meyve vermedi, hele asmada bir çok salkım koruk olurdu, bu sene bir tane bile yoktu üstünde. Komşular baş sağlığına geldiklerinde; onsuz yaylanın tadı yok dediler. İşte bir büyük çınar devrildi… Neler yaşadı, neler gördü ama çok güzel yaşadı. Belki kendinden çok daha zengin kişiler onun gibi yaşamadı.
Bu dünyadan giderken, arkasında güzel anılar bıraktı, sevgiler bıraktı. Hep namuslu dürüst yaşadı. Babaya vedamız, eminim gittiği yerde mutludur, artık acı çekmiyordur. Tanrının bütün canlılara vermiş olduğu bu kaçınılmaz sonumuzu düşünürken…

Zerrin ÖZDOĞDU KARAZİNCİR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder